Hakan
6 min readFeb 15, 2022

--

19. Yy. Osmanlı Düşünce Tarihi Üzerine Kısa Bir Deneme: Yeniçeri Ocağının Kapatılması, Kendine Özgü Bir Sekülerlik Tecrübesi Olabilir Mi?

Askeri Müze olarak kullanılan Harbiye Mektebi’nin Beyoğlu’n daki Yerleşkesi (Kaynak: kulturportali.gov.tr/)

Günümüz de aşina olduğumuz okul ve eğitim sistemi, üç aşağı beş yukarı modern dünyanın doğuşuyla başlar. Kabaca bir tahminle takvim belirlemek gerekirse şayet, 19.yy. başları diyebiliriz. Gerçi modern okullar ve eğitime ilişkin çok çeşitli başka iddialar da mevcut. Aynı zaman da farklı türler de inanış veya varsayımlar da hafızalarımız da yer etmiştir. Örneğin, kendine özgü yapısıyla Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn, 18.yy. ortalarında kurulmuş, kabiliyet bakımından hakikaten sıra dışı bir denizcilik okuludur.(1) Bu türden kurumların hepsini incelemek veya tamamına değinmek bu kısacık deneme de elbette mümkün değil. Esasında çok kapsamlı bir çalışma ile Osmanlı okul ve eğitim pratiği üzerinden modern sistemin doğuşuna dair farklı başlangıç noktalarının tayin edilebileceğine inancım var. Fakat benim bu denemedeki tercihim, hepimizin aşina olduğu birtakım olgulardan yola çıkmak. Bu nedenle erken 19.yy’ı, Osmanlı okul ve eğitim sistemin de bir milatmış gibi düşünmeyi öneriyorum. Mesela Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması ve Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin (Muhammed’in Galip Askerleri) 1826 civarların da kurulmasıyla başlayan dönemi, modern okul ve eğitim sisteminin başlangıcı olarak varsayabiliriz. Daha doğrusu bu varsayımı, Osmanlı’nın kendine özgü bir sekülerlik tecrübesi olarak yorumlamamız mümkün mü?

Geleneklerin Düşüşü: Yeni Okullar

Yeni bir ordu teşkilatı olarak Asakir-i Mansure-i Muhammediye, III. Selim’in başarısızlıkla sonuçlanan Nizam-ı Cedid hamlesinden sonra II. Mahmut tarafından kurulur. Amacı modern harp teknik ve teknolojilerinin orduya kazandırılmasıdır. Aynı zaman da bir takım yeni okullar kurulmasını da teşvik eder. Bu okullar, bugün İstanbul’da Davutpaşa, Maçka, Selimiye olarak bildiğimiz semtler deki askeri yerleşkeler de farklı isimler de hüviyet kazanırlar. 1835 yılına gelindiğinde ise II. Mahmut tarafından Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyye-i Şahâne olarak tek bir çatı altında toplanır.(2) Yani kısa adıyla Harbiye! Kara Harp Okulu’nun ilk temsilcisi olmakla beraber, diğer askeri ve sivil okullarının da bir nevi öncülüdür.

II. Mahmut’un insiyatifiyle askeri okulların modern anlamda kurumsallaşması, geleneksel eğitim araçlarının yeniden yapılandırılmasını da beraberinde getirir. 1830’lu yıllar civarların da bilhakis Tanzimat reformlarıyla bu okullara ilişkin girişimler hız kazanır. Bu okullar, bazen kendi için de yenilikçidir, bazen de batı tipinde birtakım başlangıçlara veyahutta düzenlemelere vesile olurlar. Örneğin, ilk tıp fakültesi olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin 1827 senesin deki kurulumu gibi. Gerçi bu okulun yerleşkesi daha sonra takriben 1860’lar da el değiştirecektir. Sultan Abdulaziz’in sivil eğitim alanında gerçekleştirdiği yeni atılımlar ile tıp okulunun yerleşkesi Galatasaray Lisesi’ne devredilir.(3) Akabinde de Vefa Lisesi gibi yerel-milli veya Robert Amerikan Koleji tarzında yabancı-misyoner okulları da açılır.(4) Bu liseler dönemi başladığı sıralar da tıp fakültesi gibi bir de mülkiye ve ziraat okulları da kurulmuştur. 1859’da Sultan Abdülmecit’in desteğiyle Mekteb-i Fünun-u Mülkiye eğitime başlamış, temelleri 1848’de Yeşilköy’ de atılan Mekteb-i Ziraat-i Şahane ise ancak 1890’lar da Sultan Abdülhamit devrin de Halkalı’da faaliyetlerini tam teşekküllü bir şekilde yürütür.(5)

19.yy da ortaya çıkan bu yeni okullar, aynı zaman da kendinden önceki dönemlere ait bazı anlayışların ortadan kalkmasına veyahut gözden düşmesine de vesile olur. Özellikle bireylerin ve toplumların hayat döngüsüde yer alan en temel, en belirleyici unsur olan bilginin kaynağı büyük bir değişim yaşar. Hoşa gidecekse şayet, süslü bir ifade ile yeniden söyleyebilirim ki, 19.yy. da Osmanlı İmparatorluğu’n da epistemolojik bir dönüşüm gözlemlenebilir. Söz konusu bilginin kaynağındaki veya kaynaklarından bazı önemli hususların değişmesini, yukarıda isimlerini zikrettiğim Ocak ve Harbiye gibi iki kurumu kıyaslayarak gözlemlemek mümkün.

Sekülerliğin Doğuşu: Yeniçeri Ocağı ve Harbiye

Yeniçeri Ocakları’nın, askeri niteliklerinin yanın da mensuplarına manevi bir kimlik ve aynı zaman da kişilik özellikleri kazandırma yönünde kurumsal bir görev üstlendiğini söylersem pek de yanılmamış olurum. Özellikle İslam tasavvufu dünyasın da büyük bir öneme sahip olan Hacı Bektaş Veli’nin fikirleri, yeniçerililer arasında oldukça yaygındı. Bektaşilik, Ocak mensupları için İslam inancı ile ruhani bağlarını geliştirme hususun da bir yöntem olmakla beraber, gündelik hayatın içinde bir yaşam tarzı ve bireysel ilişkiler de bir tavır ortaya koyma konusun da benimsenen bir düşünce sistemi olarak düşünülebilinir.(6) Yani, spiritüel ve mistik yönüyle bir dizi prensipler bütününün bir araya geldiği sistematik bilgi biçimi olarak Bektaşilik, askerlik gibi belli bir amaca hizmet eden ve organize bir gurup olan yeniçerililerin bireysel kimlik ve kollektif bilinç oluşumun da önemli ve belki de diğerlerine nazaran birincil bir bilgi kaynağı idi. Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması, aynı zaman da Osmanlı ordusu mensuplarının kimlik oluşumunda önemli bir yere sahip olan İslam tasavvufu ile beslenen bilgi kaynağını da kesmek veya en azından geri plana atmak anlamı taşıdığı aşikâr.

Ocak teşkilatının aksine, Harbiye’nin birincil görevi ise yeni kurulan orduya (Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye) teknik personel yetiştirmek olur. İslami düşüncenin tasavvufi yönü ile pek ilgilenilmez. Lakin bu tutum, din müessesini bir çeşit laiklik ve benzeri akımlar gibi dışladığı anlamına da gelmez. Aksine din, bizzat devletin gözetimine veyahut farklı bir bakış açısıyla ifade edersem, siyasi iktidarın güvencesi altına alınır. Örneğin, Müslüman tebadan seçilen ordu mensuplarının dini sorumluluklarını gerçekleştirmeleri için askeri okullara imamlar atanmış. Fakat bu dini faaliyetler Sunni-İslam prensibleri dairesin de asgari düzeyde tutulur. Bu faaliyetler, Yeniçeri Ocakları’nda olduğu gibi içerik yönünden kimlik oluşumuna nüfuz edecek derecede zenginleşmez.(7) Bu durum da bireysel kimlik ve kollektif bilinç oluşumu açısından İslam ve tasavvuf, Osmanlı ordusu mensuplarının esas bilgi kaynağı olmaktan çıkmış olabilir. Bu nokta da ön plana çıkan kaynak hiç şüphesiz akıl ve deney yoluyla elde edilen [ölçülebilir ve gözlemlenebilir adına ister erken dönem Osmanlı metaryalizmi veya pozitivizmi diyelim farketmez] yeni bir bilgi kaynağı idi.(I)

Kendine Özgü Bir Tecrübe Olarak Osmanlı Sekülerizmi

Hannah Arendt, buna benzer tutumları, 18.yy da “mistik” kaynaklardan beslenen bilginin, 19.yy da “insanlaştırılmasının” “küresel bir fenomen” olduğunu söyler.(8) Bu nokta da Tanzimat reformlarının genel hattının, inanç ve geleneklerden beslenen eski normların yerini alacak olan yeni bir hukuksal teşebbüs olduğunu hatırlatmak isterim. Bu hususta Arendt gibi düşünecek olursak, söz konusu hukuksal teşebbüsün Avrupalı’laşmadan çok o dönemin entelektüel anlam da küreselleşen bir dünyanın ürünü olduğunu söylemek mümkün.

Aslına bakılırsa bu türde bir yönelim, yani Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasıyla kurulan Harbiye’de ki uygulamaların ve devamında gelen yeni okulların, [Avrupalı devletlerin aksine, Osmanlı gibi çok uluslu bir devlet olan] Amerika da pratikleştirilen sekülerlik biçimine benzerlik gösterdiğini düşünüyorum.(II) Karl Marx’a göre, 19.yy. da Avrupalı devletler de yayılan teorik tartışmaların aksine, Amerika gibi “[bir seküler] devlet,” modern dünya da inançları “özel mülkiyet” alanına taşıyarak, bunu “insan haklarından” biri olarak kabul eder; “vatandaşlarına” diğer mülkiyetler gibi bunu da “güvence” altına alacağına dair söz verir.(9)

Bu açıdan bakıldığın da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılarak Harbiye’nin kurulması, Osmanlı entelektüel dünyasında kendine özgü biçimiyle bir sekülerlik tecrübesi gibi duruyor. Denemenin genel iddiası bakımından bu durumu yeniden yorumlayacak olursam: Belki de erken 19.yy. da siyasi iktidar tarafından inanç müessesinin devletin kurumsal kimliğinden soyutlanması, bir çeşit sivil toplum alanı oluşturmuş, ve bu inanç müessesesinin sivil toplum alanında asgari düzeyde pratikleştirilmesi, siyasi iktidar tarafından inançların güvence altına alınması olarak algılanmış olabilir.(III)

Notlar:

I. Bu denemenin amacı açısından bilginin kaynağını genel kabul gören yaklaşımlar çerçevesinde 2 grup ile sınırlandırdım. Bunlar; metafiziksel grup, yani inançlar, sezgiler, duyumlar ve fiziksel grup; akıl ve deney.

II. Modernizim veya Batılılaşma hareketi olarak ifade ettiğimiz süreci, bir çoğumuz başta Fransa gibi ulusculuk ve benzeri gibi fikirlerin doğduğu ülkerden etkilenmiş bir Osmanlı olarak algılıyoruz. Bana göre konu hakkında yazılmış bir çok klasik metin oldukça oryantalist. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuk anlayışı ve demografik yapısı çokuluslu bir devlet olan Amerika’ya daha çok benzer. Dolayısıyla bu iki devletin belirli bir kategoride analiz edilmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi doğasını anlamamız bakımından daha uygun olacağına inanıyorum. Kısaca 19.yy’da bana göre Osmanlı’nın muadili Amerika idi, Fransa veyahut diğer herhangi bir Avrupa Devleti değil.

III. Şerif Mardin, Hegel’in kuramsallaştırdığı ve Karl Marx’ın analizlerinde kullandığı şekliyle sivil toplum alanının Osmanlı’da olmayışından bahseder. Fakat kanımca, diğer bir çok kavramda olabileceği gibi sivil toplum kavramı da net ve kesin bir olgu olmayabilir. Dolayısıyla, sivil toplum kavramını statik bir yapıdan çok, koşullara göre değişkenlik gösteren ve dinamik bir oluşu ifade eden süreç olarak varsayıyorum.

Referanslar

  1. Beydilli, K. “1. Mühendishâne-I Bahrî-I Hümâyun”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/muhendishane-i-bahri-i-humayun (15.02.2022).
  2. Özcan, A. “Harbiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/harbiye (15.02.2022).
  3. Sari, N. “Mekteb-I Tibbiyye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/mekteb-i-tibbiyye (15.02.2022); Küçük, C. “Abdülaziz”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdulaziz (15.02.2022).
  4. Keskiner, E. Osmanlı Döneminde Robert Kolej ve Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi)deki Din Eğitimine Karşılaştırmalı Bakış . Değerler Eğitimi Dergisi , 2 (5)(2004), 57–80
  5. Timur, T. “Mekteb-i Mülkiye, Modernleşme ve Özgürlük Kavgası 1859–1923”. Mülkiye Dergisi 33 (2014 ): 181–218; Demirel, M. & Doğanay, F. K. “Osmanlı’da Ziraat Eğitimi: Halkalı Ziraat Mektebi”. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 12 (2011): 183–199.
  6. Karataş, Ö. S. “Sultan II. Mahmûd’un Modernleşme Politikası Dâhilinde Yeniçeri Teşkilâtı Ve Teşkilâtın Mûsikî Unsurları.” Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23 (3)(2019), 937–955. Yılmaz, G. “Bektaşilik ve İstanbul’daki Bektaşi Tekkeleri Üzerine Bir İnceleme”. Osmanlı Araştırmaları 45 (2015 ): 97–136.
  7. Eser, G. “Türkiye’de Modern Bilimlerin Eğitiminde Mekteb-i Harbiye Örneği”. Osmanlı Bilimi Araştırmaları 13 (2012 ): 99–114, Keleş, H. 1. “Asâkir-İ Mansûre-İ Muhammediyye Kânûnnâmesi”. Kastamonu Eğitim Dergisi 14 (2006 ): 227–240; Özcan, A. “Harbiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/harbiye (15.02.2022).
  8. Arendt, H. ‘‘The Decline of the Nation-State and the End of the Rights of Man,” in The Origins of Totalitarianism, 267–302 (New York: Meridian Books, 1951), 267–302.
  9. Karl Marx, “On the Jewish Question,” in Marx: Early Political Writings, ed. Joseph O’Malley (1994), 28–50.

--

--

Hakan

Multidisciplinary Scholar, Culture Explorer, and History Enthusiast. Join me on a journey of discovery into the complexities of global relations!